
WW84’ü çıktığı gibi izledim. Pek beklediğim gibi bulamadım.
SPOILER içeren incelemedir… Umarım beğenirsiniz…
Wonder Woman ilk filmi ile inanılmaz bir ivme yakalasa da kırk yıl düşünsem bu ikinci filmi yereceğim aklıma gelmezdi. Neticede yönetmen Patty Jenkins ilk filmde erkeklere ait olduğu düşünülen savaşa bir kadın bakışı atmış ve bizlere bütün savaşları bitirmeyi arzulayan yarı tanrıça Diana’yı sunmuştu. Onun bu arzusu naif olmakla birlikte bir kadın bakış açısıyla aslında erkek egemen dünya düzeninin ne kadar da yok edici olduğunu gözler önüne seriyordu. Bu kadın ve değişim merkezli trend devam edecek derken karşımıza WW84 ve onun sorunsal alt metni çıktı.
Kısacası film bittiğinde “keşke fragmandaki o güzel Blue Monday Remix’i ve harika reklam afişleri ile kalsa; hatta film çıkmasa da zihinlerde sanki çıkmış ve izlemişiz gibi kalmış olsaydı” dedim.
Filmi özetlemeyeceğim. Okuyanların izlediğini varsayarak sosyolojik ve kadın çalışmaları açısından var olan yaklaşım hataları hakkında yorumlarımı yazıyorum.
Öncelikle Diana, Minerva’yı sürekli alçakgönüllü, sevecen, iyi kalpli olarak tanımlamakta. Zaten Dilek Taşı (bknz. Ümit Besen) ile kaybettiklerinin de bunlar olduğunu ileri sürmekte. Buna ek olarak filmin sonlarında da Maxwell Lord’un geçmişinden sahnelerle eskiden ezilen bir göçmen olduğunu hayatta hiçbir şeye sahip olmadığını görüyoruz. Bu iki karakter hep ezilmeleri dışlanmaları ile paralellik göstermekteler. Ancak buradaki sorun şu ki filmin verdiği mesaj ezilen ve dışlananların -Diana’ya kıyasla – insani bir tepki ile her zaman yozlaştıkları ve içlerindeki kötülüğün sahip oldukları yeni özgürlük ve güçlerle ortaya çıkmasından öteye geçememekte.
Hepsinden önce Diana tanrısal güçleri olan mitolojik varlık ve bir prenses. Yani bundan daha ayrıcalıklı zaten kimse olamaz. O da bu ağırlığını film boyunca Minerva üzerinde otorite kurarak sürekli azarlar tarzda, talepkâr konuşarak zaten gösteriyor. Minerva’nın tek hatası ise naif biri olduğu için taşı Maxwell’e vermesi. Evet, bunu yaparak suç işliyor ama karakterin gözünden baktığımızda kanmaya hazır biri ve bu noktada Diana arkadaşına sahip çıkması gerekirken adeta film icabı gittikçe araları açılıyor. Başka filmde olsa “its okay he tricked you” diye geçiştirilebilecek bir olay burada kadını kadınla çatıştırıyor. Ayrıca Minerva filmin uzun bir bölümünde hatasını telafi etmek için cidden yardımcı oluyor. Bu noktada “hadi gel güçlerini keşfetmede sana destek olabilirim” gibi bir yaklaşım ve kadın dayanışması olabilecekken Minerva’nın bu güçleri alması yanlış konumlandırılıyor. Çünkü o Cheetah ve bir çizgi roman kötüsü.
Yani filmde Diana herkese yerini bilmesini, kendi gerçekleri ile yüzleşmesini, çok fazla şeyi arzulamamasını söyleyen bir üst ses konumunda kalmış adeta. Bu da aslında bir kurgu ve söylem sorunu. Burada aynı zamanda ayrıcalıklı bir kadının o kadar ayrıcalıklı olmayan başka bir kadına yerini bilmesini söylemesi de söz konusu.
Film boyunca Diana bize ağırbaşlı, televizyon kullanmaktan bile imtina eden ama şehir güvenlik kameralarına tamamen erişim sağlayan neredeyse ikiyüzlü derecede üstten bakan biri olarak sunuluyor. Diana’nın televizyon izlemiyorum demesi onu sıradan insanlardan kendi seçimi ile daha üste konumlandırıyor. Şehir kameralarını izlemesi ise hero olmasından gelen özgürlüklerin üzerinde yetkilerinin varlığı anlamında denilebilir.
Evet bu mitolojik bir varlık olarak bizden olmadığını göz önüne seriyor olsa da örnek alınacak bir insan ya da rol modeli tezini de aynı argüman içerisinde yine kendisi çürütmekte.
Şöyle ki onun bu insan dünyası dışı mesafesi, neredeyse kusursuz olgunluğu ve ağırbaşlılığına eyvallah dediğimiz an zaten insanüstü bir varlık olarak (hatta aramızda dolaşan gerçek anlamı ile tanrıça) onu örnek almak da mantıksız kalıyor.
Minerva sadece Diana gibi ayrıcalıklı olmayı isteyen, toplumun daha alt kesimindeki herhangi bir kadın gibi de görülebilir. O sadece avcı olmak istiyor; gelişmek ilerlemek istiyor. Ancak her adımında “bu sen değilsin” argümanı ile karşılaşınca sahip olduklarını yitirmemek adına insanlığından çıkarak grotesk, toplumda kabul görmeyecek bir varlığa dönüşmek zorunda kalıyor. Kendini kanıtlamak için tek yolu da Diana’nın kuşandığı kanatlı “ayrıcalık” zırhını parçalayarak ona ulaşmak.
Sahneler gözünüzde canlandı mı?
Ya da şu soru ile devam edelim. Cheetah’nın kötü olmaya başladığı an neresi sizce? Onu taciz eden adamı dövdüğü an mı? Ama daha filmin bşaında Diana da adama insanüstü bir tekme vurarak etkisiz hale getiriyor ve baygın Minerva’yı düşerken yakalıyor. Minervanın tek sorunu tacizcisi ile yüzleşip birkaç tekme fazla atması mı? Bir kadın iiçin hayli travmatik ve bir o kadar da güç verici bu sahne eylemi yapan Diana olmayınca kurguda Minerva’yı bizlere kötü olarak sunuyor. Böylece alt metinde bütün kurtarma görevleri ve ayrıcalıkları Diana’da toplanmış oluyor. Güç demokratik dağıtılmak ve kadın dayanışmasından gelen özgüven es geçilerek yolundan sapan bir Minerva verilmeye çalışılıyor. Halbuki yine kötü karakter gibi sunulup ancak karşılıklı empati ile bir noktada yolundan dönebilir Diana’nın yardımı ile karşılaşabilirdi. Onun yerine ondan tek istenen yaptığının yanlış olduğu ve güçlerini geri vermesi.
Sonuçta bu filmin yine kazananı Diana ve onun belirlediği beyaz-ayrıcalıklı kadın modelindeki dünya görüşü olmuş oluyor. Diğer yandan tek dileği güçlü bir kadın figür olmak isteyen Minerva ve hayatında hiç bir şeye sahip olmamış Maxwell öteleniyor toplumda yer alamıyor.
Minerva sadece Diana gibi olmak istiyor. Bu dileği ile süper güçlerin geleceğini de bilmiyor. Hâlihazırda gelen güçlerini illa bırakması istenince “hayır” demesi “onu süper kötü mü yapar?” sorusu burada akıllara geliyor. Filmin son kısmına kadar zaten Diana ve Steve’e aktif destek veriyor. Cheetah güçlerinden arındırılmasa ve yakalansa ya da yine arındırılmasa ama son anda pişman olup yardım etse işte o zaman söylem oturabilirdi. Ancak bnim işim filmi toparlamak ya da kurtarmak değil zaten. Farkında olmadan kazandığı güçleri vermeye zorlanması asla bir Diana olamazsın demek oluyor. Kaderi de zaten böylece bağlanıyor en başta. Bunu da diyorum çünkü hani yönetmen kadın haklarını savunan, demokratlığı ile ünlenen ve ilk filmde parlayan biri ya hani. Kazın ayağı öyle değil işte…
Minerva’ya “dur bakalım güçlendin ama neler kaybettin, hani içtenliğin hani o şirin tatlı, herkesin dalga geçtiği kız” denirken Maxwell in durumu ise daha içler acısı olarak izleyicide bir şeylerin yarım kaldığı hissini uyandırıyor. Çünkü gerçekten de öyle, bir şeyler eksik kalıyor. Maxwell de ezilen ve hayatta tek bir şans güvercini arayan, aslında o kadar da kötü tanımına uymayan sıradan bir insan. Eline geçen ise yine hiç bir şey ve “yerini bil göçmen bir daha ortalığı böyle dağıtma!” cevabı oluyor.
Ufak çaplı bir suçlu sayılabilecek Maxwell ise gri bir alanda kalıyor çünkü zamanla bu yolu seçse de vicdanlı bir adam. Bir Spiderman: Homecoming filmindeki Vulture gibi motivasyonu yok kesinlikle. Apar topar bir planla pata küte sadece en büyük olmak istiyor ve bu da köle ve efendi kültürü olan kapitalist toplumda anlaşılabilir bir hınç üsttekilere karşı. Hem de komedik bir karakter. Yani filmi izleyen yine kötü ile sempati yapıyor. Tamam en değerlinin elindekiler olduğunu anlıyor ama filmde bakıldığında göçmen olduğu için sürekli ezilip bu hayata itilen adam cezalandırılmış oluyor. Hâlbuki odaklanılsa dehşet olabilecek konu belki de insanların karanlık dilekleri. Maxwell sadece istediklerini soruyor ve onları bu arzularla köle haline getiriyor. İnsanlar kendilerine yapmış oluyor kötülüğü ve böylece filmin en temelsiz vaadi ise “yılanın başını düşürürsen bu düzenin yıkılacağı” şeklinde elimizde kalıyor.
Böylece bütün bu “doğruluk” söylemleri de bu noktada adeta içinden çıkılmaz; film bitip düşündüğünüzde ne izlediğiniz konusunda kafa karıştıran bir hal alıyor. Kısaca filmin bütün misyonu ve vizyonu, “hadi her şey eskisi gibi olsun, dileklerden önceki ana dönelim, herkes yerinde iyiydi valla” olarak bağlanıyor.
Yönetmen, Patty Jenkins ise bütün bunları yaparken adeta “ben beyaz-ayrıcalıklı- Amerikan kadınlarına sesleniyorum” şeklinde bağırırcasına tek bir filme 4 Temmuz kutlamaları ve alakasız olarak Noel kutlamalarını da sığdırabiliyor. Böylece Amerikan milli ve dini değerlerinin de düğmesine basmış oluyor. Birkaç sahne önce bütün dünyada Arabından Çinlisine, İngilizinden bilmem nesine herkesin birleşip dua ettiği ve dileklerini ortak arzu ile geri çektiği an birden Christmas’ın birleştirici ruhu ile zihinlere paralel biçimde kodlanıyor. Böylece toplum, hatta kadınlar kendi aralarında demokratikleşme fırsatını kaybedip sistem içerisinde en büyük dileklerinden vazgeçmiş halde devam ediyorlar.
Kısacası işin ucu beyaz, ayrıcalıklı insana dokununca, Diana “bakın ben sizler için nelerden vazgeçtim, siz de geçin!” demiş oluyor. Filmdeki beni yalanlayan anlar ise Diana’nın küçük siyahi kızı ve Arap çocukları kurtarması oluyor. Bu sahneler de öyle inorganik ve yapmacık gerçekleşiyor ki karşımızda film boyunca neredeyse her dünya ırkından çocuk kurtaran bir Diana oluşuyor.
Yani uzun lafın kısası ben filme sadece feminist bir bakışla baktım. Yoksa genel olarak incelenecek çok şey var ama bu ancak yazıyı daha da uzatır ve bütünlüğü bozulurdu. Yönetmenin görüşlerine, önceki işlerine baktığımızda aslında ideal güçlü kadın anlayışının sıkıntılı olduğunu görmekteyiz sadece. Verilmek istenen mesaj çok güzel ama bir şeyler eksik hissedilmiştir izleyenlerde de diye düşündüm ve bu eksiklik nedir diyerek bu teoriye oturttum. Bence demokratikleşmenin eksikliği hissedilen şey. Her şeyin birden toparlanarak doğru olması gereken yere oturması hiç demokratik değil aksine tam 80ler Reagan dönemi cumhuriyetçi söylemi olarak göze çarpmakta. Post modern ve yapıbozumcu çağdayız. Yani hero ve villain çizgisi bu kadar bulanık iken asıl biz diyebilir miyiz elde edilen büyük güce direnemeyen kişi bozulursa villain bozulmazsa hero olur diye? Bu argümanı zaten bize aşılayan Wonder Woman ve onun dünya değerleri. “Eyvah çocuğumu ihmal ettim” diye portaldan koşup çıkan adam mı villain mesela? Ya da sadece Diana gibi sosyal ve ayrıcalıklı olmak isteyen Minerva mı? Bu soru size kalsın.
Tek demek istediğim bir şeyi yapmak isterken argümandaki problemleri es geçmişler ya da daha kötüsü tipik Amerikan beyaz kadın bakışıyla bakmışlar. Çok beklenti içinde izlediğim bu filmi görsel olarak detaylı ve güzel bulsam da yukarıda açıkladığım noktalardan dolayı beğenmedim. Filmin tempo sorunu ve gereksiz Tim Burtonvari havası -şaşkaloz suçlular, komedik kurtarışlar ve aksiyonlar- ise bambaşka bir yazı konusu olabilir.