
Bu yazımda riskli bir konudan bahsedeceğimi önceden uyarmalıyım. Ekonomi ve siyaset, herkesin belirli kutuplara kendini hapsedip oranın fanatikliğini yapmaya can attığı alanlardır. Anlatmaya ve tartışmaya çalıştığım konuların, Anarko-kapitalistler tarafından “ay çok cahilsin keşke ölsen”, Komünistler tarafından “ay çok canisin keşke ölsen” şeklinde algılanacağına eminim. Ancak çok yakın geleceğimizde yaşayacağımız bazı sosyo-ekonomik değişikliklere de göz atıp ufak da olsa bir önbilgiye sahip olmamız gerektiğini düşünüyorum.
Ekonomide ihtiyaçlar sınırsız, kaynaklar sınırlıdır. Dünya sınırsız imkanlara sahip değildir, bu yüzden temel ihtiyaçlarımızın dışındaki tüketimler, varolan kaynakların hızla azalmasına neden olur. Ekonomi, bu sınırlı kaynakların hangi şekilde kullanılması gerektiğini anlatan yöntemlerdir. Ancak ekonomik düşünceler ve kavramlar çok değişkenlik gösterir, farklı gruplar farklı yorumlarda bulunur, bu da ekonomi alanını çok karışık hale getirir. Bu yüzden size burada uzun uzadıya ekonomi dersi vermeye çalışmayacağım, endişeniz olmasın. Daron Acemoğlu’nun veya Mahfi Eğilmez’in yazdığı Mikroekonomi ve Makroekonomi kitapları, size benim burada anlatabileceğimden çok daha geniş ve aydınlatıcı bir eğitim verecektir. Ekonomiyi öğrenmek ve anlamak için bu kaynaklardan yararlanabilirsiniz.
Biz burada son zamanlarda öne çıkan Universal Basic Income (Evrensel Temel Gelir) sistemini tanımaya çalışacağız.
Ekonominin günümüzdeki hali, Adam Smith, David Ricardo, Karl Marx, Alfred Marshall, John Maynard Keynes, Friedrich Hayek, Milton Friedman gibi ünlü ekonomistler tarafından şekillenmiştir. Her biri ortaya farklı bir görüş ortaya atmış, ve yeni ideolojilerin meydana gelmesine neden olmuştur. Her ekonomik görüşün belirli konularda avantajı ve belirli konularda dezavantajı bulunuyor, bu yüzden görüşten görüşe kavramların geçerliliği değişebiliyor. Ancak “Karma Ekonomi” sistemi izleyen devletlerde, bu farklı görüşlerin hepsinden yararlanıldığını söylemeliyiz. Piyasaya hitap etmek isteyen ekonomistlerin ise bu isimleri iyice bilip öğrenmesi gerekiyor.

Bu kadar farklı ismin olması, farklı ekonomik görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuş. Yukarıdaki tabloda, bahsettiğim görüşlerin nasıl katmanlandığını inceleyebiliriz. Kaynakların nasıl dağıtılması gerektiği, devletin piyasaya ne kadar müdahale etmesi gerektiğine göre farklı ideolojiler çıkıyor. Tablonun üstü devletçi, altı bireyci, sağı kapitalist, solu sosyalist ideolojileri teslim ediyor. Tabloyu kabaca iki kutba ayırmamız gerekirse, sol üst Komünist ve sağ alt Anarko-kapitalist ekseni oluyor. Komünist görüşlere göre devletin varlıkları topluma eşit bölüştürmesi ve yaşantının da devletin seçimlerine göre planlanlanması gerekmektedir. Anarko-kapitalistlere göre bireyler kendi isteklerine göre üretip tüketebilmeli ve çalışıp zengin olan kişiler de tembel zayıf olan kesim tarafından engellenmemelidir. Bu tabloya göre 19’da yer aldığım için, yazdıklarımın taraflı olabileceğini uyarmış olayım.
Günümüzde ekonomi politikaları devletin belirli oranlarda müdahelesiyle işlemektedir. Devletler halkından vergi toplar, ve bu vergileri de uygun gördüğü alanlara harcar. Her ne kadar serbest piyasa özel sektöre bağlı olsa da, güvenlik, mahkemeler, ulaşım, eğitim, sağlık gibi harcamalarda devletin alacağı kararlar önem taşıyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin Kurucu Babaları Klasik Liberal olarak tanımlanır, ve bu kişiler devletin sadece temel güvenlik ve adalet sistemlerine harcama yapması gerektiğini savunurlar. Günümüzdeki “Sosyal Devlet” (Welfare State) düzenlerinde Muhafazakar veya Liberal olarak tanımlanabilecek sistemlerle karşılaşıyoruz. Bu sistemlerde devlet sadece varoluşu için temel harcamalardan değil, halkın refahı için de gerekli olan harcamalardan sorumlu oluyor. Haliyle bunun için de daha fazla vergi toplamaya ve yatırıma ihtiyaç duyuyor.

Üstteki tabloda bahsettiğim sistemlerin kıyaslamasını görebiliriz. Her ne kadar Anarko-kapitalistler “vergi hırsızlıktır” dese de, bir ülkenin sağlıklı işlemesi için vergilerin toplanıp adaletli dağıtılmasına ihtiyaç duyuyoruz. Günümüzde “Çağdaş Batı Ülkeleri” dediğimiz devletler de bu sistemleri benimsemiş durumdalar. Ancak burada şöyle bir sıkıntıyla karşılaşıyoruz. Devlet dediğimiz şey hantal bir yapıdır, ve bürokrasi çıkmazı bu yapıyı iyice hantallaştırır. Hayali bir örnek verelim. Diyelim ki bir hastanın tedavisi için toplamda 100 TL harcama gerekiyor. Bu hastaya devlet hizmet etmeye kalktığında, 350 TL gibi bir masrafla karşılaşıyoruz. Hastanın esas sorununun düzgün teşhiş edilmemesi, bilinçsizce gerçekleşen ek tedaviler, bürokratik işlemler sırasındaki engeller, bu harcamanın gereğinden fazla artmasının nedenleri olarak sayabiliriz. Bu verdiğim hayali bir örnek olsa da, gerçek hayatta karşılaşabileceğimiz bu sorun yüzünden, kapitalistler devletin yaptığı hizmetlerin azaltılması ve devletin küçülmesi gerektiğini savunurlar. Böylelikle aynı hizmeti daha az işlemle ve daha ucuza yapabilecek özel sektör sayesinde, halkın vergisi boşa harcanmamış olacaktır.
Burada başka bir konuya geçiş yapıyoruz. İnsanlar para kazanmak için belirli bir iş alanında çalışmaya ihtiyaç duyarlar. Teknoloji geliştikçe bu iş alanları da değişir. Daha önce varolan iş alanları yok olup yerlerine yeni iş alanları doğar. Bu durumlar büyük işsizlik krizlerini doğurabilir. Bu sorunun önüne geçebilmek için insanların iyi eğitimli olması ve yeni iş alanlarına kolayca yönelebilecek donanımda olması gerekmektedir. Yeni fırsatlara açık olmak, ekonomik başarıyı da yanında getirir. Uzun zamandır bu böyle oldu, ve özellikle alt seviye işlerde çalışanlar teknolojik gelişmelerden çok etkilendi. Ancak yakın gelecekte çok daha radikal bir değişim akımı bizi bekliyor. Eskiden bir iş alanı kapanır, yeni bir iş alanı açılırdı. Şimdiyse sadece iş alanlarının kapandığını göreceğiz. Yani eski bir işten yeni bir işe geçiş olmayacak, yeni iş alanları açılmayacak.
Endüstri 4.0 denilen bu yeni düzen, hem iyi hem kötü bir haber bizim için. İyi haber, artık çalışmaya ihtiyacımız olmayacak. Eskiden yaptığımız her iş otomasyona bağlanacak ve robotlar bizim yerimize çalışacak. Market kasiyeri mi? Gerek yok, aldığımız her ürün anında kredi kartımızdan düşecek. Taksi şöförlüğü mü? Gerek yok, arabalar kendi kendine gidecek ve bizi istediğimiz yere bırakacak. Kargo gönderimi için kurye mi? Gerek yok, kargo takibi yazılımlarla halledilecek ve dronelarla kapımıza kadar gelecek. Tamam, bu anlattıklarım bilim kurgu romanlarından fırlamış bir ütopya hikayesi gibi gözüküyor. Biz evde tüm gün oturacağız, yemeğimiz kahvemiz önümüze robotlar tarafından getirelecek. Jetsons çizgi filminde görünce özendiğimiz hayat. Ancak şu an büyük teknoloji firmaları, bu yeni düzen için kendilerini hazırlamaktalar, çok kısa sürede romanlarda gördüğümüz bu teknolojilerin gerçeğe dönüştüğünü izleyeceğiz.

Tabii bu yeni düzenin bir de kötü haberi var. O da ekonomimizin hala para kazanmaya dayalı olması ve böyle bir ütopik yaşantıya erişebilmek için para kazanmaya devam etme zorunluğu. Para kazanmak için bir işte çalışmamız gerekiyor. Ama iş alanları sürekli kapanıp yerlerine de alternatif yeni işler açılmadığı durumda, insanların para kazanmasını bekleyemeyiz. Geçmiş dönemlerdeki işsizlik krizleri gibi değil, çok daha ciddi bir çıkmazla karşı karşıyayız. Şöförsüz arabalar çok güzel bir teknoloji, ama bunu satın alabilecek insan olmazsa ne anlamı olacak? Tüketicinin olmadığı bir üretim sistemi düşünülemez.
İşte burada imdadımıza UBI sistemi yetişiyor. Nasıl kapitalizm ve sosyalizm için farklı görüşler ve yorumlamalar varsa, UBI sistemi için de farklı yorumlamalar bulunuyor. Ama genel olarak, halkın verdiği vergilerin devletin temel harcamaları (güvenlik, adalet ve ulaşım gibi) dışında kalan kısmını halka bölüştürmek (fakirlik sınırını karşılayacak kadar bir miktar) üzerine kurulu bir gelir sistemi. Anarko-kapitalistler tarafından “ee bu sosyalizmle aynı şey” gibi eleştiriler alsa da, esasında kapitalizme çözüm olması için önerilen bir sistem. Peki nasıl bir şey UBI?
Yukarıda anlattıklarıma dönecek olursam, devlet halktan vergi toplar ve bu vergileri belirli hizmetlere harcar demiştim. Sosyal Devlet yapısı nedeniyle yapılan harcamalar, gereksiz bürokratik masrafları da beraberinde getirir. Bahsettiğim hasta örneğinde, devlet bireyin tedavisini karşılamak için 350 TL harcamaktansa, o kişiye 100 TL verip “al bunu ve git bir hastanede tedavi ol” dese, hem bütçeden 250 TL tasarruf etmiş olur, hem de o hastaya kendi isteğine göre hastane seçme özgürlüğü verilmiş olur. UBI sistemi de bu düşünce üstüne kurgulanmış. Devlet halktan aldığı vergileri beceriksizce harcamaya çalışmak yerine, harcamayı bireyin kendi özgür iradesine bırakmış olacak. Aslında bu değişiklik, liberal düşüncelere de hitap ediyor, çünkü birey sahip olduğu parayı kendi isteğine göre tüketme şansı elde ediyor, devletin planlamasına göre değil. Sosyalizmle alakası yok, çünkü ülkedeki tüm malvarlığı halkın tümüne eşit olarak paylaştırılmıyor, sadece toplanılan vergiler paylaştırılıyor. Bürokrasi içinde yokolan ve eriyen maddi kaynakları, bürokrasi dışına çıkartıp halka faydası dokunacak bir hale getiriyor.
Peki ne kadar vergi toplanacağına neye göre karar vereceğiz? Ya da “bu dediğinin sosyalizm olmadığına ikna olmadım, basbaya göstere göstere sosyalizm yahu bu” diye mi soruyoruz? Bunun da UBI sisteminde açıklaması hazır. Öncelikle UBI’nın derdi insanların “eşit olması” veya tamamen eşit koşullarda yaşaması felan değil. Sadece hayatta kalabilecek kadar gelire sahip olması ve işsizlik durumunda açlıktan ölmemesini sağlamak. Biliyorsunuzdur devletler, özellikle sosyal devletler, işsizlik problemi çeken ve fakir insanlara bakmakla yükümlü. Bu kişiye iş bulmaya çalışıyor veya gıda ve sağlık harcamalarını kendi karşılıyor. İşsizlik programları ne kadar iyi niyetli olsa bile, bireyin işsizlik problemini çözmekte gereksiz sıkıntılar çıkarabiliyor. Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulları mezunu birisine “hadi koçum sen git terzilik yap” diyebiliyor. Devlet hantal bir yapıdır demiştim, bu yüzden ekonomi ve iş alanlarında planlama yapmaya çalışırken bireylerin yeteneklerinden ziyade bürokrasının ihtiyaçlarına göre kararlar verebiliyor. Bu da “iş verdik ama beğenmedi” durumlarıyla karşılaşmamıza neden oluyor. UBI, devletin her bireye tek tek iş bulmak için gereksiz bürokratik harcamalar yapmasını da ortadan kaldırıyor. Bürokratik engeller, devletin hantallığında en büyük payı içeriyor.
UBI, herkes için bedava para vaadi değil tabii ki. Dağıtılacak bu paranın varolması için vergilere ihtiyaç var, vergilerin toplanması için de çalışıp üretecek kişilerin varlığına. Haliyle “kimse çalışmayacak, herkes yan gelip yatacak, ama havadan para gelecek” gibi bir durumdan söz edemeyiz. UBI, başta bahsettiğimiz “sınırsız ihtiyaçları” karşılamak için değil, “temel ihtiyaçları” karşılamak için ortaya atılan bir fikir. Çok yakın gelecekte karşılaşacağımız büyük işsizlik probleminde insanların sefalet çekmeden yaşayabilmesi, ve sisteme katkı sağlamak isteyenleri de teşvik etmek için gereksinim duyacağımız bir sistem. Böyle bir tabloda, yoksulluk sınırının üstünde bir maaş dağıtılmasının yeterli olacağını söyleyebiliriz. Bunu Türkiye’ye göre yorumlayalım. Şubat 2019’a göre 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 6600 TL olarak belirlenmiş. Bunu sadece 1 kişiye göre düşünürsek, bu da 1650 TL’ye geliyor. Yani devlet halktan aldığı vergileri kafasına göre ve bazen de kendi çıkarlarına göre harcamak yerine, herkese 1650 TL dağıtmak için kullanacak. Herkesin tamamen eşit yaşaması için değil, sadece yaşayabilmesi için bir miktar bu. Üstüne çıkabilmek, bireyin kendi sorumluluğunda olacak.
Burada şöyle bir soru çıkabilir: “iyi de 1650 TL, İstanbul gibi bir şehirde kira+enerji+gıda masraflarını karşılamaya yetmeyecek”. Burada UBI sisteminin hoş bir avantajı çıkıyor. Günümüzde para kazanabilmek için İstanbul, Londra, New York gibi büyük şehirlere akın etmeye zorlanıyoruz. O şehirle işi olan olmayacak kişiler bile o şehire bağımlı hale geliyor. Ancak daha yüksek maaşlı işe girmek, daha yüksek yaşam masrafları ve daha pahalı evlerde oturma zorunluluğu anlamına geliyor. Bu da bizi para uğruna mutsuzluğa gömülmüş toplumlar haline çeviriyor. Örneğin San Francisco’da rahat yaşamak için yılda 123 bin dolar, New York’ta rahat yaşamak için yılda 99 bin dolar, Los Angeles’ta rahat yaşamak için yılda 87 bin dolar kazanmak gerekiyor (kaynak ve diğer şehirler: https://www.inc.com/minda-zetlin/cost-of-living-san-francisco-new-york-boston-most-expensive-cities.html ). Eğer birisinin tek geliri UBI’den gelen maaş olursa, bu parayı daha idareli kullanması ve daha ucuz şehirlere göç etmesi gerekecek. İstanbul’da ucu ucuna kıt kanaat geçinmek yerine, daha ucuz yaşam masrafları olan şehirlere yöneleceğiz. Böylelikle herkes büyük şehirlere birikmeyecek, daha dengeli şehir dağılımlarıyla karşılaşacağız. Ve bu dengeli dağılımla, en büyük şehirler dışındaki şehirlerin de gelişmesine imkan tanınacak. Amerika için konuşacaksak, Detroit’te rahat yaşamak için yılda 34 bin dolar, Las Vegas’ta rahat yaşamak için yılda 43 bin dolar, Phoenix’te rahat yaşamak için yılda 48 bin dolar kazanmak gerekiyor (kaynak ve diğer şehirler: https://www.inc.com/minda-zetlin/cost-of-living-phoenix-detroit-baltimore-vegas-most-affordable-cities.html ). Tek gelir kaynağımız UBI olduğunda, bunu karşılayabilecek şehirlere, kasabalara, köylere yönelmiş olacağız. UBI ile yaşayan kişinin New York’tan Detroit gibi bir şehire göç ettiğini göreceğiz.
Peki herkese 1650 TL dağıtmayı nasıl sağlayacağız, sosyalizmden ne farkı var bunun? Sosyalizm, bir ülkede varolan tüm kaynakların ve tüm gelirlerin, herkese eşit dağıtılmasını amaçlar. UBI’nin böyle bir amacı bulunmuyor. Varolan her şeyi eşit bölüştürmektense, herkese ölmemesi sağlayacağı kadar bir miktar para dağıtıyor. Bunu da halktan alınacak vergilerle sağlıyor. Yani Türkiye’de herkese 1650 TL dağıtabilmemiz için, aylık 132 milyar TL gibi bir vergi toplayabilmemiz gerekiyor. Bu bütçeye ulaşabilmek için ise, halkın çalışıp para kazanmaya devam etmesine ihtiyaç duyuyoruz. Türkiye’nin 2019 bütçesinin 961 milyar TL olduğunu düşünürsek, her ay 1650 TL’yi karşılayabilmek için gereken yıllık 1584 milyar TL’ye yetersiz kalıyor. Böyle bir tabloda şirketlerden daha çok vergi almak bir çözüm gibi gözükse de, bu sistemin “gelişmeye çalışan ülkelerde” uygulaması pek de mümkün gözükmüyor. Haliyle UBI sadece gelişmiş ülkelerde ve ekonomik özgürlüğe sahip ülkelerde işleyebilecek bir sistem.
Peki kapitalist şirketler UBI’yi karşılayabilmek için vergilendirilmeyi niye kabul etsin? Ne kazançları olacak bu sistemden? Daha önce bahsettiğim gibi, şirketler para kazanabilmek için hedefledikleri müşteri kitlelerin tüketmesine ihtiyaç duyuyor. Ancak bu müşteri kitlesinin tüketebilmesi için de para kazanmış olması gerekiyor. İşsizlik yüzünden evde kalan ve hiçbir harcama yapmayan insanların yine tüketim sistemine dahil edilmesi gerekiyor. Üretim mekanizmaları tamamen otomatikleştirildiğinde, bu üretilen ürünleri kimse satın almadığı durumda, üretimin otomatikleşmesinin bir anlamı da olmayacaktır. Burada UBI şirketlerin de can simidi haline geliyor. Eskiden üretim sisteminin bir parçası olarak tüketen insanlar, işsizlik yüzünden üretim sisteminin dışına çıkartıldığında da tüketebilme imkanı bulacak. Devletin kendi planlarına göre ülkedeki harcamaları belirlemesi yerine, bireyler kendi bilinçli tercihlerini yapma fırsatı elde ediyor. Bu sayede üretilen ürünler de halkın gerçek ihtiyaçları ve talepleri doğrultusunda gelişip değişmeye devam edecek. Üreticiler, ürettiği ürünleri pazarlayıp satacak tüketicilerin sürekliliğini sağlamış oluyor. İş yerindeki stresin artması, yetenekli kişilerin düşük seviye işlerde harcanması, istihdamdaki dengesizlikler, sadece çalışanlar değil, işverenler için de önemli sorunlar haline gelmekte.
Bu bahsettiğim UBI mükemmel sistem mi? Değil elbette. Yukarıda dediğim gibi vergi sisteminin ve ülke ekonomisinin böyle bir maaş dağıtabilecek bütçeyi kaldırabilmesi gerekiyor. Üreticiyi yormayacak, şirketleri batırmayacak, dengeli ve adil bir vergi sistemine ihtiyaç var. Ayrıca Anarko-kapitalistlerin gözünde bu sistemin sosyalizmden bir farkı yok ve tembelliği ödüllendirdiği görüşündeler. Zengin olan kişinin parasını daha çok arttırabilmesi, ama fakir ve çalışmayan kişilerin kendi zayıflıklarının cezasını çekmesi, ekonominin ve devletlerin güçlü kalması için tek yol olduğunu savunan çok kişi var. Ancak, Elon Musk’ın da dediği gibi, robotların işlerimizi ele geçirmesinden dolayı sürekli azalan iş alanları devasa işsizlik problemini getirecek, toplumun devam edebilmesi için de bir çeşit UBI’ye ihtiyacımız zorunlu olacak. Mark Zuckerberg de otomasyonun yükselmesinden dolayı temel gelir sisteminin gelmesi gerektiğini savunanlardan. Yani aslında kapitalist şirketlerin yöneticileri de gelecekteki gidişattan endişeliler ve önlem alınması gerektiğini düşünüyorlar, konuyla ilgili geniş tartışmalar ve öneriler bulunuyor.

Dünya genelinde sosyo-ekonomik dağılımda büyük oran orta sınıfa ait. Bazı ülkelerde orta sınıfın azaldığı, bazı ülkelerde orta sınıfın genişlediği görülmekte (bu konuyla ilgili bol sayfalı bir makale için: https://www.pewglobal.org/2017/04/24/middle-class-fortunes-in-western-europe/ ). “Zenginlerin daha zengin, fakirlerin daha fakir olması” dediğimizde, insanların fakirleştiğini duymamız bizi üzse de, ekonomilerin güçlenmesinde en büyük payın o “üst sınıf” içinde yer alanlara ait olduğu da bilinen bir konu. Ekonomik sınıflar arası geçiş çok zor, ama imkansız değil. Tabii bunun için sabit bir maaştan daha fazlasına ihtiyaç duyuluyor.
Eğer gidip bir Anarko-kapitalist veya Korporatist ile konuşursanız, çalışan herkesin zengin olacağını, eğer zengin olamamışsanız da tembel teneke olduğunuzu iddia ettiklerini görebilirsiniz. Ama şu bir gerçektir ki, “sadece maaşla” zengin olmak imkansıza yakındır. Evet, daha fazla çalışarak, kariyerinizde yükselerek, daha iyi maaş alarak, “daha rahat bir yaşam” elde etmeniz mümkündür, ama “zengin olmak” konusu apayrı bir mevzudur. Zengin olmak için sahip olduğunuz parayı nasıl idareli kullanacağınız, nasıl iyi yatırımlar yapacağınız ve paranızı en iyi nasıl işletebileceğiniz gibi konularda bilgi ve deneyim sahibi olmanız gereklidir. Okuldan mezun olup mesleğinize yönelirken, bu konularda değil, kendi mesleğiniz ile ilgili konularda eğitime sahip olursunuz. Mesleğinizi yerine getirirken, ne kadar çalışırsanız çalışın, uğraşırsanız uğraşın, size verilen maaş kadar para kazanırsınız. Süper ünvanlar ve inanılmaz başarılar elde etmeniz, sizi zengin yapmaz, sadece daha iyi bir iş yerine başvurmanızı sağlar. Sanırım ki Türkiye’de ve dünyada bilim adamı ve akademisyen olarak “en başarılı kişilerden biri” olarak Celal Şengör örnek gösterebiliriz. Ancak kendisi babasından elde ettiği zenginlik sayesinde şu an böyle bir hayatı yaşıyor. Bilim alanındaki çalışmaları ve başarılarından dolayı değil. Yani demek istediğim, ne kadar “zenginliğin sadece çalışarak” elde edileceği iddia edilse de, zenginlik için ticarete atılmak, kendi iş yerini açmak, riskli ama getirisi olan kararlar vermek ve elimize geçen şansları iyi değerlendirmek gibi kriterler gerekiyor. Dan Bilzerian’in gece gündüz nöbet tutan bir doktordan daha fazla çalıştığı için zengin olduğunu iddia edebilenleri görüyorum bazen, bu tip kişilerin ekonomik sistemlere bakışı futbol taraftarlığından öteye gitmiyor. Dediğim gibi “zengin” olabilmek için mesleğinizde çok çalışıp başarılı olmaktan ziyade, piyasaya yönelik yatırımlarla uğraşmanız gerekiyor.
Her ne kadar zengin olmak bizlere çok büyük bir başarı gibi dayatılsa da, ekonomik sistemlerin mesleklere ve orta sınıfa odaklı olduğunu da gözardı edemeyiz. Mustafa Kemal Atatürk’ün çalışmak ile ilgili şöyle sözleri vardır: “Çalışma insanların bedensel güçlerini geliştirir ve sosyal yaşam için gerek olan şeyleri sağlar. Çalışmaksızın, düşünsel gelişme ve ahlaksal olgunluk da mümkün değildir. Yalnız, tutulan işin cinsi ile kişinin yetenekleri ve zevkleri arasında uygunluk olmalıdır. İnsan, çalıştığı işin, elinin altında ya da kafasındaki eserinin büyümekte ve yükselmekte olduğunu gördüğü zaman ne büyük zevk duyar. İnsan çalışır, fakat, işini, ancak toplumun varlığıyla geliştirebilir, yararlı, değerli bir duruma koyabilir.” Yani, sadece ekonomik sistemler değil, insanlar da kendi varlıkları ve toplumun devamı için mesleklere ve özgürce meslek seçebilmeye ihtiyaç duyarlar. Bu dediklerimi Auschwitz kapısında yazan “Arbeit macht frei” cümlesiyle eşleştirme hatasına düşmemek lazım. Sevmediğimiz bir işi yapmak, bir şirketin kölesi gibi olmak bizim üzerimizde ne kadar büyük baskı kuruyorsa, para kazanamadan, hiçbir iş yapmadan evde durmak da aynı büyüklükte baskıya ve mutsuzluğa neden olur. İşyeri değiştirebilmek, farklı mesleklere yönelebilmek ve daha yüksek maaş alabilmek gibi imkanlar, bizlere mutluluk ve huzur olarak geri döner. Teknoloji ve bilim geliştikçe, yapmamız gereken bazı işlerden bağımsız kalarak yaşam kalitemizi arttırma fırsatı elde ediyoruz. Ancak bir yerden sonra, yapmamız gereken her şey otomatiğe bağlanmış hale gelecek ve para kazanmak için girebileceğimiz meslek alanları da ortadan kalkacak. Kendimize uğraş olsun ve isteklerimize para ayırabilelim diye yöneldiğimiz bu meslek alanları ortadan yok olunca, bu durum bizi mutsuzluğa ve huzursuzluğa yönlendirecek. Otomasyonun getirdiği işsizlik sorununu telafi etmek ve insanlara da yeni uğraşlara yönelebilecek kadar bir miktar maddi güç sağlamak gerekecek. UBI, mesleksizliğin getireceği yeni dönemde toplum için en önemli çözüm olarak sunulmakta.
UBI hakkında eleştiriler dönüp dolaşıp sosyalizme benzetmeye geliyor. UBI’nin sosyalizmden farkının olmadığı ve çalışan kişinin cezalandırılıp tembellerin ödüllendirileceği savunuluyor. Ancak UBI’nin herkese beleş yaşam imkanı vermek gibi bir vaadi bulunmuyor. Aç kalmamak, açıkta kalmamak, hastalandığında tedavi olabilecek, ve hayat standartlarını değiştirme fırsatı sağlayabilecek kadar bir miktar paradan bahsediyoruz. Devlet herkese bedava ev, bedava araba, bedava bilgisayar, bedava internet, tatil için bedava uçak biletleri vs dağıtmayacak. Bunun gibi hizmetlere erişebilmek ve daha pahalı şehirlerde yaşayabilmek için çalışıp para kazanmaya devam edeceğiz. Yani burada tembelliğin ödüllendirilmesi gibi bir durumdan söz edemeyiz. İşi olmayan bir kişinin iş bulabilmesi, iş için gerekli eğitimi alabilmesi veya kendi işini kurabilmek için girişimleri için yine bu UBI’den gelen maaşını kullanmış olacak. Elindeki parayı yeni bir cep telefonu almak veya kursa gidip yüksek maaşlı bir işe girmek için harcamak, bireyin kendi kontrolünde ve kararında olacak. “Çağdaş, modern ve gelişmiş devlet” olarak göstereceğimiz yerlerde uygulanan karma ekonomi sistemlerinin evrimi UBI olmak zorunda kalacak.