
2007 ve 2011 yıllarında Portal serisinin elde ettiği başarıyı ve bu başarının getirdiği popülerliği hatırlayanlarınız vardır. Puzzle oyunları çoğu kişi için sıkıcıdır, yüzlerce farklı kombinasyon deneyerek bulmaca çözdüren oyunlardır bunlar. İçerdikleri bulmacalar zeka veya mantığa dayanmadan, kaba kuvvetle zaman harcamaya yöneliktir. Bu yüzden de puzzle oyunları arasından nadiren ilgi çekebilecek sonuçlara rastlarız. Portal ve Portal 2, bu türe farklı bir bakış açısı getirdi, Action/Adventure/Puzzle ortaya karıştırıp değişik fikirler sundu. Bulmacaların çözümü için saatlerce vakit harcama ameleliğinden ziyade kafa çalıştırma ve hatta esas çözüm yolu dışında kendi yolumuzu keşfedebilme imkanı sayesinde, geniş kitleler tarafından sevilen formüller yarattı. Bu formül tutunca, başka firmalar da bu formül üstünden kendi oyunlarını çıkardılar.
The Talos Principle, bu oyun furyasının bir parçası, ama bahsettiğim formülü kullanış şekli ve hikaye anlatımı sayesinde, benzer oyunların arasından sıyrılmayı başarmış. Sizi aralıksız bulmacalarla yormuyor, sandbox vari yapısıyla kendi rotanızı çizmenize bile izin veriyor. Hikayesi, bulmacalar arasında boşluk dolduran (filler) olmaktan ziyade, bulmacaları çözmek için motivasyon işlevi görüyor. Bir Portal 2 olamamış, ama Portal serisinin hayranlarını cezbetmeye de yeterli içeriğe sahip.
Oyun motoru Serious Engine 4, yani Serious Sam oyunlarında kullanılan motorun en gelişmiş sürümü. Bu yüzden oynanış ve bölüm tasarımı olarak Serious Sam serisinin bir devamıymış gibi hissettiriyor (hatta bir yerde komik bir sürprizle de karşılaşıyorsunuz). İlk başta teknik yönden kötü grafiklere sahipmiş gibi hissettirse de, özellikle mozaik ve hiyerogliflerdeki detaylara hayran kaldığımı belirtmeliyim. Oyunun çoğunu bulmacalara kafa yormakla geçiştirdiğimiz için, temiz ve cilalanmış görselliği gayet doyurucu ve yeterli olmuş.
Oyuna, ismini ve kim olduğunu bilmeyen bir karakter olarak başlıyoruz. Duvarlardaki barkodlar ile, bizim gibi karakterlerin birbiriyle iletişim kurduğunu görüyoruz, bu açıdan Portal serisini andırıyor. Kullanabildiğimiz bilgisayarlar ile, içinde bulunduğumuz dünyanın geçmişini ve detaylarını keşfetme imkanımız oluyor, bu açıdan da Fallout 3’ü andırıyor. Bunların dışında bir de dış ses var ve yaptığımız etkinliklere göre farklı tepkiler veriyor, burası yine Portal’ı andırıyor. Hikaye anlatımı bu üç öğe sayesinde oluyor, ve kararlarımızı da bunlara göre veriyoruz.
Bulmacalar, farklı bölümler haline getirilmiş, ve çizgisel olmasın diye istediğimiz bölüme gitme imkanımız var. A-B-C adında 3 binaya gidebildiğimiz bir hub (merkez) var. Her bina 7 odaya açılan hub şeklinde hazırlanmış. Bu odalara girdiğimizde ise, 3-4 farklı bölüme gidebildiğimiz, yine hub şeklinde, geniş haritalarla karşılaşıyoruz. Her bölümde farklı bir bulmaca sunuyorlar, ve bulmacanın sonunda topladığımız tetris parçaları da, belirli görevlerde kullanmak için gerekli oluyor. Yıldız veya benzeri özel eşyalarla girebildiğimiz odalardaki bölümleri ve diğer gizli bölümleri hesapladığımızda, 150’den fazla bölüm sayısıyla karşılaşıyoruz. Her bir bölümü (bulmacayı) 2-10 (bazen daha fazla gerekebiliyor) dakika arasında çözeceğinizi düşünürsek, 20 saatten fazla oynanış anlamına geliyor.
Bölümler bu kadar fazla olunca, bulmacaları çok zorlamamışlar, çoğunu güle oynaya geçebiliyorsunuz. Bazılarını çözebilmek için, kullandığınız eşyaların temel mekaniklerini anlamış olmak gerekiyor, zaten onları da sindire sindire verdikleri için, çözümler doğal olarak aklınıza gelebiliyor. Esas zorlayabilecek şeyler yıldız toplamak ve gizli yerleri keşfetmeye çalışmak oluyor, çünkü bunlarda mantık çalıştırmaktan ziyade brute force (amelelik) taktikleri uygulamışlar, her duvarı her taşı her ağacı tek tek dideklemeniz gerekebiliyor. Ancak genellikle “aa ben bunu nasıl görememişim, neden düşünmemişim” dediğiniz yerlerde olduğundan, haritaların ücra köşeleri yerine bölüm girişlerinin yakınlarına odaklanmanız, işinizi kolaylaştıracaktır. Beni esas terleten patlayan küreler oldu, sık sık aralarına girmeniz ve patlama alanlarından kılpayı kaçmak gerekiyor.
Bölümlerin olduğu haritalar çok geniş, bazen gizli yerleri keşfedeyim derken kaybolabiliyorsunuz. Tabii ki en uçsuz bucaksız gözüken haritada bile sınırlar olduğundan, çok da fazla uzaklaşmanız gerekmiyor (zaten uzaklaşamıyorsunuz). Haritaların sandbox gibi yapılmasının bir güzelliği var, bölümlerin dışına çıkabiliyorsunuz ve farklı bölümlerdeki eşyalardan yararlanarak yeni çözümler üretebiliyorsunuz. Hatta bazı gizli yerleri veya yıldızları elde edebilmek için bunu yapmak gerekiyor. Kendi çözümünüzü kendiniz bulduğunuzda, daha da keyifli oluyor.
Müziklere çok özenmişler. Her ortamın farklı bir müziği var ve oradaki manzarayı izlerken hoş bir atmosfer yaratıyor. Ancak bu müzikler sakin melodiler olduğundan, bulmaca çözmeye çalışırken dikkatinizi dağıtmıyor. Bölümlerin sayısı ve bölümlerdeki detayların üstüne, böyle müzikler görmek, oyunu ne kadar özveriyle yaptıklarını daha iyi gösteriyor.
Oyunu isterseniz first person, isterseniz third person kameradan oynayabiliyorsunuz. FPS oyunlarında motion sickness (hareketin yarattığı baş/miğde ağrısı) yaşıyorsanız, bunu engelleyebilmek için özel ayarlar yapabilmenizi de sağlamışlar. Ancak first person oynanışa alışkın olduğumdan, böyle keyif aldım, temiz bir oynanışa sahip.
Eğer puzzle veya adventure oyunlarından zevk alıyorsanız, Portal serisinin hayranıysanız, oynamanızı önerebileceğim bir oyun olmuş. Hikayedeki gizemler ve bölümlerdeki yaratıcılık, FPS oyuncularına bile ilgi çekici gelecektir.
Puan: 7/10 – Ortalamanın üstü