
Günümüzde oyun incelemecisi olmak (ister YouTuber olarak ister büyük bir sitede yazar olarak) çok kolay. Çıkacağı duyurulan oyunları büyük abartılarla süsleyerek iştahlı iştahlı anlat. Bir oyun çıkıp üstünden uzun bir zaman geçtikten sonra da “şöyle kötüydü, böyle kötüydü” diye şikayet et. Buna da “game journalism” densin. Şirketlerle anlaşma yaparsın, sana ücretsiz oyun yollarlar, promosyonlar yollarlar, işine gücüne bakıp hayatını yaşarsın işte… Oyun şirketleri açısından da durum pek parlak değil. “Games as a service” (GAAS) dedikleri bir sistem oluşturdular. Oyunlar artık tamamlanmış bir ürün olarak çıkmıyor, abonelikler, başarım ödülleri, promosyonlar, reklam kampanyaları, etkinlikler, yeni DLC’ler ve birebir aynı şeyleri tekrar eden devam oyunlarından oluşan bir sistem bu. 90’larda ve 2000’lerde orta ölçekli firmaların büyük başarılarını görüyorduk, ama günümüzde EA, Activision veya Ubisoft gibi devasa şirketlerden değilsen, başarı şansın çok az.
Oyunlar, çizgi romanlar gibi 12-16 yaş kitlesine hitap ediyor, mümkün olduğunca en geniş grup tarafından tüketilsin isteniyor. Ancak araştırmalara göre ortalama oyuncu yaşı 35’e yakın bir rakam. 12-16 yaş aralığı o kadar da büyük bir orana sahip değil. Bu yaş aralığını düşünürsek, 90’larda çok ateşli bir dönemi yaşamış kitle aynı zamanda. “Aaa Gameboy diye bir şey çıkmış, aaa baksana Super Nintendo’nun grafikleri inanılmaz, yaa arkadaşta Amiga 500 var ben de istiyorum, oha Sonic’in ikinci oyunu çıkmış” tarzı muhabbetleri düşününce, bugün “klasik” diye baktığımız ve sürekli devam oyunu çıkan serilerin “ilk” hallerini ilk elden deneyimlediğimiz bir dönemdi.
Zamanla bu bahsettiğim heyecan yerini tekdüzeliğe bıraktı. Bazıları bunu “ya biz yaşlandık ya hep ondan, doyduk abicim doyduk, oyuna doyduk, artık kafa kaldırmıyor oyunları, zaten iş güç var…” gibi bahanelerle açıklamaya çalışsa da, 35 yaş istatistiği, o zamanın oyuncularının hala aktif olduğunun bir kanıtı. Peki o halde niye bu “heyecan” artık yaşanmıyor? Bunun bazı nedenleri var elbette, ilki az önce bahsettiğim GAAS saçmalığı. Bir diğeri de, eskiden oyun geliştiricilerin yaptığını reklam departmanları pazarlarken, artık reklam departmanlarının pazarlamak istediklerini oyun geliştiricilerin yaptığı bir döneme girmiş olmamız. Her şey tekdüze geliyor, çünkü aslında şirketler aynı formülü tekrar tekrar kullanmaktan öteye gidemiyor. Marvel filmlerini “ya abi ya çok formülleştirilmiş ya” diye eleştirenler, oyun piyasasındaki bu aşırı durumu görmezden geliyor.
Oyun incelemecilerine güven kalmadı, büyük firmalara güven kalmadı. E3 gibi fuarlar da benzer şekilde yoğun planlanmış playback’ler olunca, haliyle yeni konsol duyuruları, yeni oyun haberleri eski heyecanına sahip değil. “Ha bu oyunun yenisi mi çıkacakmış, ha peki, indirime girdiğinde alıp oynarım” diye bir ilgisizlik yaratıyor bu anlattığım sahte tanıtımlar.
Sahte tanıtımlar demişken, şirketlerin sırf imaj kaygısıyla yaptığı ama sonunda kendi ayaklarına kurşun sıkmasıyla biten mevzulara da değinmiş olayım. “Downgrade” mevzusu, oyun sektöründe şirketlerin güven kaybetmesine neden olan sorunlardan biri. Hani bir oyunun tanıtımı sırasında çekilen görüntüler, geliştirilme aşaması sırasında yapılan değişiklikler sonrasında farklı bir hal alabiliyor – o kutunun yeri değişir, buradaki ağacın boyu değişir, karakterin kıyafetleri değişir felan filan. Ama konsolun kaldırabileceği söylenen grafik teknolojilerinin komple uçurulması ve oyunun bu özellikler olmadan çıkarılması ayrı bir durum. Watch Dogs, Rainbow Six Siege, FarCry 4 gibi oyunlara Ubisoft’un uyguladığı downgrade’ler sonrasında, artık her oyun tanıtımında “acaba buna da downgrade gelir mi” diye düşünür olduk. Microsoft’un Xbox tanıtımlarında verdiği sözleri tutmaması, Molyneux’in Project Natal’daki vaatlerinin gerçekleşmemesi, önceden koreografi edilmiş dans sahnelerini “gerçek zamanlı gameplay” gibi tanıtmaları da oyun şirketlerine olan güveni ve heyecanı da baltalayan etkenlerden oldu.
Toparlamak gerekirse, büyük oyun şirketleri ve oyun inceleme sitelerindeki bu aşırı yapmacık ve aşırı planlamacı pazarlama taktikleri, oyuncular üstünde ters bir etki yaratan olay. Oyun şirketlerinin umrunda olmayabilir, sonuçta oyun içinde sattıkları bir şapka ile milyonlarca dolar kazanabiliyorlar. Ama piyasanın ölmeye başlaması, ve belki de yeni bir “1983 Oyun Endüstrisi Krizi” yaşanmaması için konsol şirketlerinin sağlam yenilikler yapıp, oyuncuya ulaşacak değişikler gerçekleştirmesi gerekiyor. Yoksa birkaç yıldır konuşulan “2020 Oyun Endüstrisi Krizi” kapımızda, ve bu kriz sadece oyunculara zararla sonuçlanacak.
Peki bu anlattığım tabloda PlayStation 5 bize ne getiriyor, ne gibi vaatleri var? Çok hızlı bir SSD içereceği, değişik bir kontrol cihazı sunacağı, ve yeni Unreal Engine ile gelen grafik teknikleri anlatılmıştı. Dün de PS5’in çıkış sunumu yapıldı ve bize yeni oyunlar, yeni özellikler tanıtıldı. Bu konulara değinelim.
PC kullanıcıları SSD’lerin gittikçe hızlanmasına alışkın, ama oyunlarda yükleme ekranlarının hızlanması dışında bir anlam ifade etmiyordu. Sony, PS5 için yeni SSD geliştirdiklerini ve PC’lerdekinden de hızlı olacağını duyurduğunda, herkes kuşkuyla baktı. Daha hızlı SSD teknolojisi demek, daha yüksek maliyet anlamına geliyor. Gördüğümüz kadarıyla, PS5’in fiyatına etki etmemiş, ama nasıl performansa sahip olduğunu ve oyunlarda ne kadar etkisi olduğunu hala bilmiyoruz. PS5 sunumu sırasında, bu hızın oyunculara ne faydası olacağından da bahsedilmedi. Sadece Ratchet & Clank’ın yeni oyununda, farklı bölgeler arasında hızlı geçiş yapabildiğimizi ve haritaların yüklenmeden canlı bir şekilde yaratıldığını gördük. Bahsi geçen SSD, oyun piyasası için bir yenilik vaadetse de, oyunlara olan yansıması için birkaç sene daha beklemek zorunda kalacağız.
Bize tanıtılan yeni kontrol cihazı hakkında bazı tartışmalar vardı. Bazı kişiler klasik PlayStation tasarımından uzaklaşıldığı için çirkin bulsa da, bazı kişiler de Xbox ile PS kontrolcülerinin karması bir tasarım olmasından dolayı olumlu yaklaşıyordu. DualSense adı verilen bu cihaz, modern bir kontrol cihazında olması gereken her özelliği destekliyor. Haptik etkileşim, adaptif tetikler, USB-C girişi, hareket algılayıcı, dahili mikrofon ve hoparlör, kulaklık girişi… hepsi var. Ama en önemlisi, bunları yenilikçi bir tasarımla birleştirmeyi başarmışlar. Yeni PlayStation’ın belki de en ilgi çekici yanı bu cihazlar olabilir.
Bir süre önce Unreal Engine 5’in tanıtımı Sony üstünden yapılmıştı. Bu sırada Ray Tracing gibi yeniliklerden bahsedilmişti (GeForce’un RTX’ini anlattığım yazıma buradan ulaşabilirsiniz: http://www.isinasli.tv/rtx-dedikleri-bos-bir-kandirmaca-mi/). Ancak PS5 sunumu sırasında gösterilen oyunlarda UE5’in yeniliklerine ve Ray Tracing’e yönelik bir şeyler gösteremediler. Grafik teknolojileri açısından PS4’e fark atacak bir oyun da görmedim. Bunun gerçekleşmesi için konsolun ve UE5’in çıkmasını bekleyeceğiz anlaşılan. Ama şu aşamada bile olsa, oyunculara heyecanlandırıcı şeyler gösterememiş olmaları bir eksiklik.
Dünkü sunum, çıkacak oyunların ne kadar geniş bir ölçekte olduğunu göstermeye odaklanmıştı. Büyük bütçeli firmaların aksiyon oyunlarından, küçük çapta grupların şirin oyunlarına kadar farklı tarzlar sunuldu.
Oyunlardan tek tek bahsetmeyeceğim, meşhur YouTuber’lardan her oyunun ne kadar lezzetli olduğunu veya her oyunun ne kadar tırt olduğunu anlatan videolarını izlemişsinizdir diye tahmin ediyorum. Her ne kadar oyuncular “tekrara dönüşen oyunlardan, birbirinin aynısı formüllerden” felan şikayet etse de, onların ilgisini esas çeken oyunların Grand Theft Auto V, NBA 2K21, Gran Turismo 7, Resident Evil Village, Horizon Forbidden West, Hitman 3, Chivalry 2 olacağını tahmin ediyorum. Hatta bu kişiler için belki de en şaşırtıcı duyuru Demon’s Souls olmuş olabilir.
Ben biraz daha farklı bir açıdan, bize “yenilik” sunabileceğini düşündüğüm oyunlardan bahsetmek istiyorum. Öncelikle Stray benim bir süredir beklediğim bir oyundu. Bir cyberpunk şehrinde geçen, çok güzel grafiklere sahip bu oyunun geliştirme aşamasındaki resimlerini görmüştüm. Ama bu denli gelişmiş bir oyunla karşılaşabileceğimizi tahmin etmiyordum. Cyberpunk hastası olarak beni en cezbeden oyun da bu oldu. Goodbye Volcano High sanırım en çok dalga geçilecek oyunu olmayı başardı. DeviantArt’ta furry çizimler yapan birkaç liseli kızın Life is Strange fan oyunu gibi duruyor, yeni bir konsolun yeteneklerini göstermeye çalışan sunumda konulacak kadar “önemli” bir oyun değil. Ama politik gerekçeler yüzünden böyle bir seçim yaptıklarını düşünebiliriz. Benzeri bir “coming of age story” (ergenliğe adım atmak, reşit olmak, rüştünü ispat etmek, yaşin kemale ermesi… diye Türkçeleştirebiliriz) olarak Kena: Bridge of Spirits var, ama bu sefer doğru düzgün bir oyun ortaya çıkmış. Konsept olarak Hellblade: Senua’s Sacrifice’ı andırdı bana, onun biraz daha çizgi filmimsi hali olmuş. Ancak ilerde Kena’nın başka oyunlarını da görebileceğimiz bir başarı elde edeceğini tahmin edebiliyorum. Solar Ash beni heyecanlandıran başka bir oyun oldu. Hyper Light Drifter’ın yaratıcılarından, benzer renk tonları kullanan ama bu sefer üç boyutlu hazırlanan bir oyun. Bu yönüyle bana Journey’i çağrıştırdı, onun gibi bir klasik haline gelmesini bekliyorum. Dikkat çeken bir diğer oyun da Little Devil Inside oldu. Breath of Wild ve Witcher karışımı bir fikirle karşımıza geliyor, aynı anda hem sevimli hem de korkutucu bir tarza sahip. 5 sene önce Kickstarter’la başlayan geliştirme süreci, böyle bir sonuca dönmüş. Eğer tanıtımdaki mizah tarzını koruyacak olursa, “Yılın Oyunu” ödülleri arasında görmemiz şaşırtıcı olmayabilir.
Konsolun şeklini gösterdiklerinde, çok büyük eleştirilerle karşılaşıldı. Ellerini korkak alıştırmamışlar ve radikal bir tasarıma gitmişler. Bir süredir “prototip” diye tanıtılan tasarıma kıyasla çok daha seksi bir sonuç çıkmış ortaya. Ama alıştığımız kutu tasarımından çok farklı bir şey gördüğümüz için, çoğu oyuncunun tepkisiyle karşılaşmış durumda. Beğenmeyen çok kişi var. Ama şunu hatırlatmam gerekiyor ki, oyun piyasasında oluşmuş monotonluğu yıkabilmek için, böyle radikal yeniliklere ihtiyacımız var. O yüzden ben beğendim. En azından cesur bir adım atmış olmalarını takdir ettim. Yine de beyaz rengin içinde siyah parlak görüntüyü tuttuğumu söyleyemem. Aynı tasarımın mat siyah renklisi çıkar umarım. Gerçi bu tasarıma gelen eleştirilerde “Damned if you do, damned if you don’t” (yapsan da suçlusun yapmasan da) klişesi yer alıyor. Sony PlayStation 5’in çıkacağını ilk duyurduğunda, PlayStation 4 yazısındaki 4’ü silip yerine 5 yazmış olmaları çok eleştirilmişti. Klasik tasarımı korumayı seçtiklerinde dalga geçilmişti. Şimdi de konsolu klasik tasarımlardan bağımsız tasarladıklarında yine dalga geçiliyor, klasik tasarımdan çok koptukları için. O yüzden bence eleştirilere çok fazla kafayı takmadan, ellerini korkak alıştırmadan böyle hamleler yapmaları iyi oluyor. Artık konsollarda fiziksel sürücünün yer almamaya başlayacağını da işaret etmeleri, değişime yönelik atılan adımlardan biri.
%50 gümrük vergisi, %18 KDV, %20 ÖTV, %1 Kültür Bakanlığı payı, %10 TRT payı ile 3000 TL’lik geliş fiyatıyla 7500 TL hale çıkan bir PlayStation 5 fiyatıyla karşılaşıyoruz. Türkiye için düşünürsek, çok fazla kişinin evine girmeyecek. Ama bizi bir kenara bırakıp, dünya genelinde yaşanabilecek etkisine bakmak lazım. Ne yazık ki bu aşamada bu konuda doygun bir yorum yapmak çok zor. Sony’nin sunumu bu açıdan çok zayıf olmuş. Farklı tarzlardan bir çok oyun gösterdiler, ama aklımızdaki sorulara cevaplar bulamadık. “İleriki zamanda yeni duyurularımızı bekleyin” diyerek sürprizli bir kapanış yaptılar. Belki buralarda tatmin edici cevaplar alabiliriz, mecburen bekleyeceğiz.