
Marvel çizgi romanları çeşitliliğe önem veren karakterlerle dolu olmuştur her zaman. 1960’larda yaratılan X-Men ekibi, Wasp, Scarlet Witch, Black Widow, Black Panther, Carol Danvers, Falcon, bunun birkaç örneğidir. Spider-Man gibi karakterlerle gençlere de ulaşmaya çalışmıştır. Bunun etkisini Marvel filmlerinde ve dizilerinde de görüyoruz, Blade, Black Widow, Falcon, Wasp, Luke Cage, Jessica Jones gibi karakterleri severek izledik. Ancak bu çeşitlilik, Amerika’daki Politik Doğruculuk akımının da etkisiyle, bir dönemden itibaren tek bir tarafa doğru evrilmeye başladı. Bu dönemden itibaren Marvel, sırf medyadaki hakim görüşü hissettirebilmek için, hayranlar arasında çok tartışmalı değişimlere başladı. Beyaz ve erkek olan her karakteri kadın veya siyahi hale çevirdiğini gördük. Bu değişimlerin çok azı (Miles Morales ve Spider-Gwen gibi) hayranlar tarafından benimsendi, geri kalanı ise sırf yapmış olmak için yapılmış değişiklikler olarak kaldı. Marvel Sinematik Evreni (MCU) bu politik dayatmadan uzakta ve hayranların hoşuna gidebilecek filmler çıkarmaktaydı. Ancak Disney XD’leştirilmiş Spider-Man Homecoming filmi ve Guardians of the Galaxy serisinin oyuncularının itirazına rağmen Peter Gunn’ın seriden kovulması, MCU’nun da çizgi romanlardaki politik doğruculuk dönemine gelmiş olduğunu bizlere hatırlattı. Captain Marvel, biraz da bu nedenlerden dolayı 8 Mart’ta çıkartılan ve Amerika’daki feminist gruplarına şirin gözükmeye çalışan bir film olmakta.
Burada bir parantez açalım. Bu siyasi akımları ve politik doğruculuğu eleştirmemizin, kesinlikle kadın karakterler, siyahi karakterler veya Latin kökenli karakterlerle sorunumuz olduğu anlamına gelmediğini üstüne bastırarak belirtmemiz gerekiyor. Spawn, Blade, Tank Girl, Luke Cage ve Jessica Jones gibi karakterleri severek izlemiştik. Catwoman filmini yerin dibine batırmamız, oyuncunun siyahi veya kadın olmasıyla da alakası yoktu. Bizim derdimiz çeşitliliğin artması değil, tam tersine karakterlerin sadece renk ve cinsiyetlerine indirgeyip, Beyaz ve Erkek düşmanlığı yaparcasına dayatılan değişiklikler. Hayranlarla kavga ederek hiçbir şekilde başarılı elde edilemeyeceğine inanıyorum. Bu dediğimi daha iyi anlamak için Dredd rebootu ve Robocop rebootunu kıyaslayabilirsiniz. Orjinal materyallere saygı gösteren filmlere, hayranlar da olumlu tepkiler veriyor. Bir başka örnek olması için, Spider-Verse ve Alita filmlerinin çoğu yerde “gelmiş geçmiş en iyi filmler” arasında gösterilmeye başlanmasını da söyleyebiliriz.
Captain Marvel filmi başından beri bir ayağı sakat bir şekilde ilerledi. Sağlı sollu tartışmalar ve eleştirilere rastladık. Filmi hazırlayan ekip ve medya şirketlerinde filmin tanıtımını yapmakla görevlendirilmiş yazarlar olduğu kadar, filmin baş rolündeki Brie Larson’un da “beyaz erkek” düşmanlığına yönelik söylemleri, bu tartışmaları iyice alevlendirdi. Ghostbusters filmindeki saçmalıkları bir daha yaşamış olduk. Ghostbusters filminde de yönetmen sürekli “beyaz erkek” karşıtı söylemlerle ortalığı gerip ilgi çekmeye çalışıyor, büyük medya şirketlerindeki yazarlar da onun bu söylemlerine çanak tutuyordu. Ancak bu troll vari davranışlar, filme bir gişe başarısı sağlayamadı. Tabii ki bu filmin arkasında Disney ve Marvel var, gişe başarısı garanti olacağı için biraz daha cesur söylemler sergiliyorlar.
Ms. Marvel, ya da gerçek adıyla Carol Danvers, Marvel dünyasında değişik bir yerde bulunuyor. Captain America, Spider-Man, Hulk gibi popüler bir isim değil. Ancak serilerin içinde gözüktüğünde önemli olayların yaşandığı ve kahramanlar arasında da saygı duyulan bir karakter kendisi. Rogue’un güçlerini emdiği ve tanıyıp sevdiğimiz o güçlü haline dönmesine sebep olan karakterdir de aynı zamanda. Captain Marvel’in filmi ilk duyurulduğunda, hayranlar Emily Blunt veya Katee Sackhoff gibi isimleri görmek istemişti. MCU’da ana karakterler için çok başarılı oyuncular seçildiğinden, Captain Marvel için de beklentiler hayli yüksekti. Özellikle Katee Sackhoff’un oynamasını çok istiyordum, Battlestar Galactica dizisinde çok başarılı bir oyunculuğu vardı ve tip olarak da Carol Danvers’i andıran tavırları vardı. Ancak Marvel ters köşe yaparak Brie Larson seçmeyi tercih etti. Filmi izlerken ne kadar yanlış bir seçim olduğunu daha iyi gördüm. Brie Larson rolün altından kalkamamış ve Carol Danvers’tan ziyade ağlak bir genç kız canlandırmış. Hazırlanan sahneler çok da kötü değil aslında, ama Katee Sackhoff gibi güçlü birisini görsek, bize yansıtılmaya çalışılan “güçlü ve isyankar kadın karakter” davranışlarını çok daha başarıyla canlandırabilirdi. Sadece böyle bir değişiklik filmi bir kademe yukarıya taşırdı.
Filmin konusunu az çok duymuşsunuzdur, 90’larda dünyaya gelen Carol Danvers, Nick Fury’le tanışıyor ve Skrull’lara karşı savaşmaya başlıyor. Çizgi roman hayranlarının aşina olduğu Kree-Skrull savaşı, filmde yüzeysel biçimde geçilmiş. Kree’ler ve Skrull’lar kimler, niye savaşıyorlar felan fazla anlatmadan, Carol Danvers’in bu savaştaki rolüne balıklama atlıyoruz. Kree’lerin savaştığı sahnelerde Mass Effect serisinden bir oyunu izliyormuş gibi hissettim, taktikler, silahlar felan çok benziyordu. Ancak son savaş sahneleri fazla karanlık olmuş. “Karanlık” derken ciddi, ağır, depresif felan değil, DC filmlerindeki gibi brightness ve saturation kısılmış görüntülerdi bunlar. Karakterleri seçmek bile zordu.
Film boyunca feministlerin hoşuna gidebilecek bir ton detay eklenmiş, boşuna gösterim tarihini 8 Mart seçmemişler. Mesela karakterin sürekli erkekler tarafından itelendiğini ve ezildiğini görüyoruz. “Sen başaramazsın, sen zaten güzel de öpüşmüyorsun, sen araba kullanamazsın” gibi hareketlere maruz kalıyor, ama filmin sonunda bu hakaretlere yılmadan yerinden kalktığını göstererek “Grrl Power” mesajını da yapıştırıyor. Son yılların popüler lafı “birazcık gülsene” filmde yer alan mesajlardan biri, motorcu birisinin tacizi olarak gösterilmiş. Hadi bu mesaj kaygılarını bir yere bıraksak bile, meşhur Mar-Vell’in (orjinal Captain Marvel) kadına çevrilmesi de, hayranlara karşı bir orta parmak gibi olmuş. Zaten çizgi romanlardaki Adam Warlock’un rolünü, Captain Marvel’a verdiklerini ve Captain Marvel’ın öneminin arttılacağını biliyorduk.
Dizilerde “filler” denilen boşluk dolduran bölümler olur. Ana hikayeye bir katkısı olmayan ve abuk sabuk maceralar içeren bölümlerdir bunlar. Bu filmi izlerken de bir fillera bakıyormuş gibi hissettim. Marvel evrenini tamamiyle Carol Danvers’ın üstüne inşaa etmeye çalışmışlar, yine “Girl Power” mesajı kaygılı olduğu belli. Nick Fury’i filmde ilk gördüğümde sevinmiştim, deneyimlerini Carol Danvers’la paylaşır, onu eğitir felan filan diye düşünmüştüm. Ama Fury’i tam bir şebeğe çevirmişler ve SHIELD’in yönetmeni olmasına rağmen eğitimini Carol Danvers’tan almış gibi olmuş. Gözünün çıkmasını da çok ama çok aptalca bir geyiğin kurbanı haline getirmişler. Ve tabii ki Avengers ekibinin adının konulması da yine Carol Danvers’a bağlanmış. Yaşasın, varolan her şey Carol Danvers’ın eseri!
Bu filmi “Beyaz Erkeklere” eleştirmek istemediklerini söylemişlerdi. Belki de nedeni budur. Bir “Beyaz Erkek” olarak filmdeki mesaj kaygılı hikaye bana hitap etmedi ve filmin geri kalanı da kendini satabilecek düzeyde olmayınca beni içine çekmekte yetersiz kaldı. Şu detayı belirtmem gerekiyordu, Kree ve Skrull’ların hikayesi ve davranışları çok ilgimi çekti, bu açıdan filmi çeşitlendirseler belki böyle hissetmeyecektim. Skrull’ların kılık değiştirme yeteneği daha farklı hikayelere zemin açabilirdi, Kree’nin de teknolojik gelişmişliği bir iki sahneyle geçiştirilmişti.
Filmin vermeye çalıştığı feminist mesajları dert etmiyorum. Eğer Nick Fury’i bu kadar kolay harcamasaydı, Kree-Skrull savaşına daha fazla odaklansaydı, Katee Sackhoff’u oynatsalardı, tüm mesaj kaygılı söylemlere rağmen bu filme 8/10 verebilirdim. Ama bu şekilde vasat bir film olarak kaldığını düşünüyorum. Özellikle bu türün heveslisi değilseniz merak edip de izlemeyin. Bunun yerine Alita: Battle Angel filmini izlemenizi öneririm. Hatta daha izlemediyseniz, incelememizi de okuyabilirsiniz.
Puan: 4/10 – Çok kötü