
DC filmlerini takip ediyorsanız, çok büyük bütçelerle büyük hayal kırıklıkları yarattıklarını ve MCU’ya göre başarısız kaldıklarını da biliyorsunuzdur. DC vs Marvel diye cepheler ayrıldı, ve bir grup sırf Marvel filmlerine düşman olmak için DC’yi destekliyor. Benim Batman fanı olmama rağmen, DC filmlerini ne kadar eleştirdiğimi bilen bilir. Çok saçma bir yönetim şekliyle, fazla karanlık (ağır ve ciddi anlamında değil, direk saturation ve brightness ayarlarının kısıldığı tarz karanlık) filmler çektikleri için kısmen düşük notlarla karşıladım şimdiye kadar.
Elimizdeki film, bu sefer Aquaman. Çoğunuz bu karakteri 2010’lardaki popüler kültür üstünden duymuşsunuzdur ve ne kadar da dandik bir karakter olduğunun geyiklerine rastlamışsınızdır. Bunun bir nedeni de Seth MacFarlane gibi kişilerin ve The Big Bang Theory gibi dizilerin, hayatında çizgi roman okumamış kişilere çizgi roman kültürünü yarım yamalak bir şekilde sunmasından kaynaklı. Aquaman diyince aklınıza ilk gelen şey, çocuk simidi takmış palyaço suratlı bir adamın akvaryum balıklarıyla konuşmasıysa, tamam siz de bu salgından etkilenmişsiniz.
Aquaman, DC’nin en önemli karakterlerinden biridir. Yedi Denizin Kralı, Derinliklerin Koruyucusu’dur. Kraliyet içi dramlar, derin deniz yaratıkları ve mitolojik efsaneler gibi konulara sahiptir. Ancak “Süper Kahramanlarda Güç Dengeleri” yazımızda bahsettiğim gibi, DC’nin bir Gümüş Çağı vardır ki, bu dönemden kalma çizgi romanlar hala alay konusu olmaktadır. İşte Aquaman’in de buradan kalma bir kötü şöhreti vardır. Bunu değiştirebilmek için 90’larda Aquaman’e korsan görüntüsü vermek için uzun saç, sakal ve kanca el gibi değişiklere gidilmişti. Hatta Justice League çizgi film serisi vardır ki, burada Aquaman’in hakkını gayet etkili biçimde vermişlerdi. Ancak The Big Bang Theory gibi “geek kültürü”nü popüler kültürün mezesi haline getirenlerin yüzünden, günümüzdeki genel seyirci kitlesi ne yazık ki bu çizgi romanlardan ve çizgi filmlerden habersiz kaldılar.
Bu anlattıklarım yüzünden, Aquaman filmi üstünde oldukça büyük sorumluluklara sahipti. Hem DC filmleri arasında eli yüzü düzgün bir şey çıkarmalıydı, hem de parodi haline gelmiş bu karakteri saygın bir biçimde tanıtabilmeliydi. Peki bunu başarabildi mi? Gelin bir bakalım.
Filmde ilk dikkatimi çeken, DC filmlerindeki göz gözü görmeyen o simsiyah görüntülerden vazgeçmişler, Marvel filmleri kadar olmasa da, biraz renklendirip canlandırmışlar. Bu sayede çok daha gerçekçi ve sempatik bir film yapmayı başarmışlar. Karakterlerin ne düşündüğünü ve ne hissettiğini de daha iyi yansıtma fırsatı elde etmişler. Hatta Atlantis’i gösterdikleri yerlerde kendimi Guardians of the Galaxy filmi izliyormuş gibi hissettim, komediyi ciddiyetle birleştirmeyi başarmışlar. CGI bazı yerlerde sırıtsa da, genel olarak o destansılığı sahnelere yedirmişler.

Aquaman çizgi romanlarda tam bir “badass” karakterdir, filmde de o etkiyi uyandırmışlar. Khal Drogo rolünde gördüğümüz ve gerçek hayatta da çok eğlenceli ve matrak birisi olan Jason Momoa, bu iki tarzı birleştirmiş ve belki de bu yüzden Duke Nukem (oyun karakteri) havasında biraz egoistik biraz narsisistik ama altın kalpli bir karakter oluşmuş. Jason Momoa zaten kendisi çok havalı bir abimiz, aksiyon sahnelerindeki duruşuyla da, diğer karakterlerle iletişim kurmasıyla da rolüne tam olarak oturmuş. Hatta Justice League filmindeki halinden daha da başarılı olmuş diyebilirim.
Aquaman’in sevgilisi/karısı Mera, çizgi romanlarında oldukça güzel ve hünerli bir karakterdir. Filmde bu özelliklerini başarıyla yansıtmışlar. Günümüzde kadın karakterlerin ya önemsiz geri plan karakteri halinde, ya da feminist politikaların söylem nesnesi halinde kaldığını çok görüyoruz. Mera için bu iki rotada da gidilmemesi ve çizgi romandakinin hakkını verilmesi çok hoşuma gitti. Aquaman ile beraber kafa kafaya veriyorlar ve birbirlerinin eksiklerini tamamlıyorlar. İkisi de hataları olan karakterler ve birbirlerinden yeni şeyler öğrenip kendilerini geliştiriyorlar. Filmin bu yanı çok hoşuma gitti. Bu sayede karakterler arasında kimyayı da iyi yansıtmışlar, “hoppala, lan şimdi durduk yere niye sevgili oldular bunlar” diye bir tepkiye neden olmuyor.

Filmde birkaç tane “kötü karakter” olsa da, esas kötü olarak Black Manta’dan bahsetmek istiyorum. Çizgi roman okurları için dikkat çekici bir karakterdir zaten kendisi. Burada Aquaman’in olgunlaşma süreci için bir aracı olarak da kullanılmış. Sadece basit bir korsan olarak değil, bilmediği bir teknolojiyi deşeleyerek kendi zırhını oluşturabilmesini de gösteriyorlar, bu sayede farklı yönleri olan bir kötü karakter çıkmış. Bu da sıradan tek yönlü kötü adamlardan bir kademe daha ilginç kılmış kendisini. Ayrıca filmde Cthulhu efsanelerinden fırlamış yaratıkları görmemiz de ayrı bir keyif yaratmış.

Aquaman’in farklı yönlerini tek bir film altında toplamayı başarmışlar ve bu sırada hikaye çok sıkışık ya da acelece yapılmış gibi hissettirmiyor. Tam bir Origin filmi değil, çünkü Justice League filminden sonrasını anlatıyor, ama bu sırada Aquaman’in ve Atlantis’in kökenlerine de değiniyor. Sanki bir devam filmi, ama aynı zamanda başlangıç filmi, bu yüzden de tüm DC filmlerinden ayrı ve tek başına izlenebilecek bir yapısı var. “Ya sürekli çizgi roman filmi çıkıyor, baydım ama yeter ya” deseniz bile, bu sürüden ayrı olarak ele alıp izlemenizi tavsiye ederim. Bir çizgi roman filmi değil, bir aksiyon filmi izliyormuş gibi bakarsanız, daha da fazla keyif alacağınızı söyleyebilirim. Bence bu film olmuş, ve söylendiği gibi DC’nin başarısızlıklarını da affettirmiş. İzlerken bambaşka bir dünyanın kapılarını aralayan ve bittiğinde de “eee ne olacak şimdi” diye düşünmenize neden olan filmleri çok seviyorum. Bu da o tarzda bir etkiye sahip. Bazı hataları göze batsa da, popüler olmayı hakediyor.
8/10 – Çok iyi